35,0626$% 0.02
36,2970€% -0.22
44,2886£% 0.19
2.911,70%-0,26
2.584,81%-0,25
9.915,76%-0,95
Abdurrahman Dilipak, “AK Parti’nin kontrolündeki resmî kurumların hepsi bana sırtını döndüler” diyerek, “AKP’nin Papatyaları” davasındaki süreci kaleme aldı. Bu dava, 27 Temmuz 2020’de İstanbul, Küçük Çekmece 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde başlamıştı. İlk olarak mahkumiyet kararı verilmiş, daha sonra bu karar para cezasına çevrilmiştir. İstinaf üzerinden yaptığımız itirazla ilgili karar henüz verilmiş değil. Recep Tayyip Erdoğan tarafından genel başkan sıfatıyla açılan bir tazminat davası ise Ankara’da devam etmektedir. Bu davada daha önce bir tazminat kararı verilmiş, ancak İstinaf, benzer bir ceza davasının sonuçlanmasını bekleme kararı almıştır. 8 Ekim 2024 tarihli duruşmada yeni duruşma günü 27 Şubat 2025 olarak belirlenmiştir. Davanın ayrıntılarına buradan ulaşabilirsiniz.
Dava sürecine dair belge ve savunmalara ise bu adresten ulaşabilirsiniz. Şu an itibarıyla bu davada 4 yılı geride bıraktık ve 5. yıla adım atıyoruz. Ayrıca, hakkımda açılan iki dava bulunmaktadır. Bu yazı nedeniyle “Halkın Kurtuluşu Partisi” tarafından yapılan suç duyurusu reddedilmiştir. Bu partinin, Beyoğlu’ndaki İstiklal Caddesi’nde LGBT bireylerin öncülüğünde düzenlenen yürüyüşe yönelik, “Kadınlara ve LGBT’ye hakaret” iddiasıyla suç duyurusunda bulunduğunu belirtmek gerekir.
TGC tarafından ise, “İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayanan yasalar kapsamında LGBT topluluğuna karşı ayırımcılık yaptığım” gerekçesiyle üyelikten ihraç edildim. AK Partililerin iddiası ise, kendilerine “Fahişe” dediğim yönündeydi. Ancak, yazımda geçen ifade tam olarak şöyleydi: “AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler ve AKP’nin Papatyaları”. Fahişe kelimesini kullanırken, bazı holdinglerin LGBT’ye yönelik pozitif ayırımcılık kararlarını eleştiriyordum. Bu bağlamda, “Bu Fahişeler ve türevlerine o holdingler pozitif ayırımcılık kararı alırken, bizim Yeşil Sermaye ne yapıyor?” şeklinde bir ifade kullandım. LGBT terimi halk arasında pek bilinmediği için, kendi inanç ve geleneklerimizdeki kelimelerle yanıt vermek amacıyla bir STK istişare toplantısında bu yönde bir karar alınmıştı.
Aynı yazı ile ilgili olarak, Recep Tayyip Erdoğan tarafından genel başkan sıfatıyla açılan bir tazminat davası daha bulunmaktadır. Bu davada daha önce aceleyle bir karar verilmiş, ancak İstinaf’tan geri dönmüştür. Mahkeme, tazminata hükmetmiştir. Ancak İstinaf, ceza mahkemesinin sonucunun beklenmesine karar vermiştir. Bu durumda o mahkeme, durumu yeniden değerlendirip yeni bir karar verecektir. Ceza davasında Erdoğan, genel başkan olarak hem müşteki hem de müdahil olarak yer almaktadır. Ayrıca, AK Parti Kadın Kolları Genel Merkezi ve 80 ilin kadın kolları başkanları da suç duyurusunda bulunmuşlardır.
Öte yandan, Erdoğan’ın kızlarının kurucusu olduğu KADEM de suç duyurusunda bulunarak davacı olmuştur. İlginçtir ki, AK Parti il ve ilçe yöneticileri dışında başka hiç kimse suç duyurusunda bulunmamıştır. Yazımdan 3 gün sonra, hem yerel medyada hem de sosyal medyada aleyhime büyük bir linç kampanyası başlatılmıştır. “Sahibinin sesi kalemler” demediklerini bırakmadılar. Ancak zamanla, yazdıklarımın parti yöneticileri ve üyeleri tarafından yüksek sesle dile getirildiğini, partinin tabanında erime yaşandığını ifade eden birçok kişi olduğunu gözlemliyorum.
AK Parti’nin Kontrolü ve Medya Etkisi
Bu durum, sanki benim şahsımda birtakım çevrelere “kızım sana söylüyorum, gelinim sen dinle” mesajı verilmek istenmiş gibi bir izlenim uyandırdı. Ancak sonuçta, bu keskin sirke küpüne zarar verdi. Fırlattıkları bumerang kendilerine döndü. Dava sürecinde duruşmalara en sık katılan KADEM oldu. 4 yıl boyunca öfkeleri dinmedi ve ısrarlarını sürdürdüler. Bu dava, sadece AK Parti’ye değil, KADEM’e de zarar verdi.
AK Parti ve KADEM içindeki bazı kişiler, bana karşı sürdürdükleri mücadele kadar LGBT bireylere karşı bir tavır sergilemediler. Gazze’ye saldıran Siyonistlere karşı bile tepkileri sözde kaldı. Kendilerinin düzenledikleri kontrollü protesto etkinliklerinde, elbette ben çağrılmadım. Oysa 50 yıldır bu konunun DeFacto sözcüsüydüm. Mavi Marmara’da Türkiye’yi dolaşarak halkı zulme karşı uyaranlardan biri de bendim. Ben Kudüs platformunun ve Aile platformunun da sözcüsüyüm.
Bu süreçte, tam da meydanlarda olmam gereken bir zamanda bu davayı açarak beni adeta ev hapsine almaya çalıştılar. Medyayı ve salonları yüzüme kapattılar. Çünkü LGBT’yi koruyan İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkıyordum. Ancak sözleşmenin hayata geçmesini sağlayan Fatma Şahin, sürecin örgütlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Daha sonra Beyoğlu belediye başkanlığına, ardından Türkiye Belediyeler Birliği Başkanlığına getirildi. Tüm belediyelere, “Belediye Meclislerinde LGBT’ye pozitif ayırımcılık için Toplumsal Cinsiyet komisyonları kurulmasını” önerdi. Aynı zamanda, bu konuları denetleyecek olan GREVİO’nun başına atanan kişi, daha sonra Maarif Vakfı’na yönetim kurulu üyesi yapıldı ve bir İslam ülkesine büyükelçi atandı.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmekle birlikte, aslında çekilmediklerini biliyoruz. Sözleşmenin tüm hükümleri yasada mevcut ve yasanın ilk maddesinde İstanbul Sözleşmesi’ne atıfta bulunulmaktadır. Ayrıca, CEDAW, İstanbul Sözleşmesi ve Lanzarote’nin toplamını tek sözleşme olarak değerlendiren kararlar alındı ve bu işin uygulama kısmını örgütlemesi için UN WOMAN’ın bölgesel merkezi İstanbul’a getirildi. Bu örgüte, yargı ve vergi muafiyeti sağlandı.
Bugün, bu örgüt üzerinden LGBT topluluklarına yüz milyonlarca dolar aktarılmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, BM Genel Kurulu’na katıldığı son ABD ziyaretinde Fatma Şahin ile bir araya geldi. Fatma Şahin’in Global Reset Lobisi ile birlikte hareket ettiğini biliyorduk ama o aynı zamanda BM Genel Sekreteri’nin danışma kurulunda yer alıyordu. İşte bugün ülkenin geldiği nokta bu. Birileri hala 5G ve iklim yalanları ile insanları meçhule doğru sürüklerken, benim yazdığım bir yazı yüzünden, ki bu ifadeleri sürekli tekrarlıyorum, AK Parti döneminde de 53 yıldır devam eden sanıklık kariyerimi bu davalarla taçlandırıyorum.
Sonuç ve Gelecek Beklentileri
Dilipak cephesinde, adalet arayışında yeni bir durum yok. Erdoğan’ın bir şiiri okuduğu için, bazı arkadaşlarla birlikte il il dolaşıp o şiiri okumuştuk. Herkesin o şiiri okuyup kendini savcılıklara ihbar etmesi için çağrıda bulunmuştuk. Her darbe döneminde sanık oldum ve inanın, böyle bir dava “312 General davası” kadar anlamsız. O paşaların şanı oldu, bu dava da “sivili ile siyasetçisi ile” AKP’lilerin şanı oldu!
Yarın, bana yapılanları başkalarına yaparlarsa, yine onların karşısında olacağım. Ancak bir kişi ya da topluluğa karşı bir haksızlık yapılırsa, haklıdan yana olacağım. Bir topluluğa olan öfkem, beni onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecek inşallah. Ayrıca, haklı olmak kimseye başkasına haksızlık yapma hakkı vermez. Bu davalar, özür dilemedikleri sürece bu dünyada bitmeyecek. Öbür dünyada, 81 ildeki suç duyurularına katılanlar, genel merkezdeki bazı isimler, avukatlar, STK’lar, basın mensupları ve daha birçok kişi ile hesaplaşacağız.
Şimdi başıma gelenleri daha iyi anlıyorum. DAHLAN / KUSHNER lobisinin ayağına basmışım, CHABAT / AGARTHA lobisinin ayağına basmışım. Meğerse, Global Reset çetesinin mayınladığı mayınlı alanda top oynuyormuşum. 50 yılı aşkın sanıklık kariyerim var ama bu kadar anlamsız bir davanın muhatabı olmamıştım. Bu dava, sadece dava açanların bana yaptığı bir haksızlık değil. Bu ülkeye, hatta hiçbir ülkeye, haktan hukuktan yana kimseye yakışmayan bir durumdur. Adında “Adalet ve Kalkınma” olan bir partinin adalet konusunda daha titiz davranması gerekirdi. Ancak zulüm ile abad olunmaz. “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” derler. Zalimler için yaşasın cehennem!
Selam ve dua ile.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Lübnan’daki Türk Vatandaşlarını Tahliye Eden Gemilerin Mersin’e Yola Çıktığını Duyurdu