34,5351$% 0.13
36,2006€% -0.17
43,5179£% -0.24
2.982,58%0,71
2.687,62%0,60
9.367,77%3,72
1972’de Teksas’taki bir mağaraya dönüp altı ay geçirmeden önce, on yıl boyunca bir düzine yeraltı zaman izolasyonu deneyleri düzenledim. Bu çalışmalarım, insanın kronobiyoloji alanına ışık tutan önemli bir rehber oldu. Joshua Foer, bu süreçle ilgili olarak Michel Siffre ile e-posta yoluyla bir röportaj gerçekleştirdi.
1962’de henüz yirmi üç yaşındaydınız. Altmış üç yeraltında tam izolasyon halinde yaşamaya nasıl karar verdiniz?
Ben bir yerbilimci olarak, 1961 yılında Alpler’de bir yeraltı buzulu keşfetmiştim. İlk başta, Alpler’de on beş gün kalarak yer altındaki buzulları incelemeyi düşünmüştüm. Ancak, hazırlık süreci uzadıkça bu süre zarfının yetersiz olacağını fark ettim. Sonuç olarak iki ay kalmaya karar verdim. Bu süreçte, zamanın geçişi hakkında düşünmeye ve kendi içsel deneyimlerimi keşfetmeye yöneldim.
Çalışmalarınızın merkezinde zaman üzerine bir araştırma yer alıyordu.
Deneyimim sırasında, çalışma ekibimle basit bir bilimsel protokol geliştirdik. Ben onlara ne zaman uyuduğumu, ne zaman yemek yediğimi ve ne zaman uyandığımı telsizle bildiriyordum. Dışarıdaki ekibimle iletişim kurmamaya özen gösterdik, böylece zaman algımda bir kesintiye uğramayacaktım. Bu süreçte, insan kronobiyolojisi alanında önemli bulgular elde ettim. Uzun zaman önce, 1922’de sıçanların içsel bir biyolojik saate sahip olduğu keşfedilmişti. Benim keşfim ise, insanların da benzer bir bedensel saate sahip olduğunu kanıtlamak oldu.
Yeraltında ilk kalışınızda, sıcaklıklar donma derecesinde ve rutubet yüzde 98 idi. Zamanı nasıl geçirdiniz?
O dönemde kötü ekipmanlara sahiptim ve birçok eşyanın olduğu küçük bir çadırda yaşıyordum. Ayaklarım her zaman ıslaktı ve vücut sıcaklığım 34 °C (93 °F) seviyesindeydi. Zamanımı kitap okuyarak, yazarak ve araştırma yaparak geçiriyordum. Ayrıca, geleceğim hakkında düşünmek için bolca vaktim vardı. Yüzeydekilere her aradığımda iki önemli test yapıyordum: Birincisi nabzımı ölçmek, ikincisi ise psikolojik bir test yapmaktı. Parmak hesabıyla 1’den 120’ye kadar saniye olarak saymaya çalıştım. Sonuç olarak, 120’ye kadar saymam beş dakikamı alıyordu. Bu da, psikolojik olarak beş gerçek dakikayı iki dakikaymış gibi deneyimlediğim anlamına geliyordu.
Psikolog Elizabeth Loftus, bir filmdeki banka soygunu sahnesini izlettirip insanların soygun süresini tahmin etmelerini istediği bir deney gerçekleştirdi. Kişisel zaman deneyimimizin oldukça değişken olduğu görüldü. Saat olmadığında zamanın geçişini nasıl hissediyordunuz?
Zaman algımda büyük karışıklıklar yaşadım. Mağaraya indiğim gün 16 Temmuz’du ve 14 Eylül’de deneyi tamamlamayı planlıyordum. Ancak yüzeydeki ekibim deneyin son gününün geldiğini bildirdiğinde, ben hâlâ Ağustos’un 20’si olduğunu sanıyordum. Psikolojik zamanım, iki faktör tarafından sıkıştırılmıştı.
Saat ve psikolojik zaman arasındaki bu ciddi bağlantı kopukluğunun nedeni hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu, yaklaşık kırk yıldır araştırdığım büyük bir soru. Karanlık bir ortamda, yalnızca bir aydınlatma lambası dışında mağara tamamen karanlık olduğu için belleğiniz zamanı tutamaz. Unutuyorsunuz. Bir veya iki gün sonra, bir önceki gün ne yaptığınızı hatırlayamıyorsunuz. Uyandığınızda ya da yatmaya gittiğinizde her şey neredeyse aynı. Bu durum, tek bir uzun gün gibi hissettiriyor.
Bu türden izolasyon deneyleri laboratuvar ortamında kolaylıkla uygulanabilir. Siz neden her seferinde yeraltında yapmayı tercih ettiniz?
Laboratuvarlar bu tür deneyler için uygun alanlar sunuyor ancak katılımcıları motive etmek oldukça zor. İnsanlara bir laboratuvar kapsülünde birkaç ay geçirmelerini teklif etmek, çoğu zaman ikna edici olmuyor. 1962 ile 1972 yılları arasında, Almanya’da bir profesör yapay bir yeraltı sığınağında 150’den fazla izolasyon deneyi gerçekleştirmişti ama bunlar genellikle bir ay kadar süren kısa dönem deneylerdi. Deneylere katılan insanlar, mağara kâşifleri olarak yeraltına gönderildikleri için daha uzun süre orada kalmaya motive oldular.
Yeraltında yapay zaman ölçerlerden tamamen izole bir şekilde, bedeninizin ihtiyaçlarına göre uyum sağlamak nasıl bir deneyim oldu?
Uykum oldukça kusursuzdu. Vücudum, kendine ne zaman uyuyacağına ve ne zaman yemek yiyeceğine karar veriyordu. Bu durum, uyku/uyanma döngümün yeryüzündeki insanlarınki gibi yirmi dört saat olmadığını gösterdi. Benim döngüm, yirmi dört saat otuz dakika civarındaydı. Önemli olan, yeryüzüne ait doğal gece-gündüz döngüsünden bağımsız bir iç saatin varlığını kanıtlamış olmamızdı. Diğer araştırma denekleriyle yaptığım sonraki deneyler de, mağaradaki tüm insanların bu döngüsünün yirmi dört saatten uzun olduğunu ortaya koydu. Aslında, çoğu zaman kırk sekiz saatlik döngüler meydana gelmekteydi. Otuz altı saatlik sürekli etkinlik, on iki ila on dört saatlik uyku dönemini takip ediyordu. Bu bulgular sonrası, Fransız ordusu bize bir miktar fon sağladı. Askerlerin uyanıkken daha etkin olmalarının yollarını araştırmak istediler.
Ne buldunuz?
Deneylerden sonra bir erkek dört ay, bir kadın ise üç ay süreyle mağaraya girdi. 1966’da başka bir erkek altı aylığına yeraltına indi ve ardından dört aylık iki ayrı deney daha gerçekleştirdik. Uyku evrelerini, rüya görme sırasında göz hareketlerini ve uyku dalgalanmalarını analiz ettik. Bir başka önemli keşif, insanların ne kadar uyanık kaldıkları ile bir sonraki gece ne kadar rüya gördükleri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktı. Genel olarak, her gün on dakika fazladan uyanık kalma süresi için, REM uykusuna fazladan bir dakika eklenmektedir. Ayrıca, ne kadar çok rüya görürseniz, bir sonraki uyanıklık aşamasında tepki verme sürenizin o kadar kısa olduğunu bulduk. Bu bulgular sonrası, Fransız ordusu, askerlerin uyanıklık dönemlerini uzatmak amacıyla rüya görülen zamanı artıran ilaçlar geliştirmeye çalıştı.
İlk izolasyon deneyinizden on yıl sonra, Teksas Del Rio yakınlarındaki Midnight mağarasına geri döndünüz. Bunun sebebi neydi?
Bunun iki temel nedeni vardı. Birincisi, yaşlanmanın psikolojik zaman üzerindeki etkilerini araştırmaktı. Planım, beynimin zamanı algılama biçiminde herhangi bir değişiklik olup olmadığını görmek için her on veya on beş yılda bir deney yapmaktı. İkinci sebep ise, ben hariç yer altındaki diğer insanların kırk sekiz saatlik uyku ve uyanıklık döngüsüne sahip olmalarıydı. Bu döngüyü yakalamak için altı ay yeraltında kalmaya karar verdim.
İnsanlar neden bu kırk sekiz saatlik döngüye giriyorlar?
Bu konuda kesin bir teorim yok. Teoriler üretmiyorum. Kırk sekiz saatlik döngü bir gerçek. Bu olguyu gözlemledim ve bu bulgudan emindim fakat uyku ve uyanıklık döngüsünün bu kadar geniş çaptaki bir eş zamanlılık bozulmasından (desenkronizasyon) neyin sorumlu olduğunu kimse anlayamıyor. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, fon bulmak daha da zor hale geldi. Bugün sadece matematikçiler ve fizyologlar bununla daha ileri gidebilirler.
İlk yeraltı izolasyon deneyinizi 1962’de yaptınız; aynı yıl Küba Füze Krizi bomba sığınaklarının önemini tüm dünyaya gösterdi ve bir yıl sonra Yuri Gagarin uzaya çıkan ilk kişi oldu. Bu iki olay yeraltı hakkındaki düşüncelerimizin yönünü nasıl değiştirdi?
Ben doğru bir zamana denk geldim. Bu Soğuk Savaş dönemiydi ve insanın uzaydaki uyku döngüsü hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. ABD ile Rusya arasında uzaya insan göndermek için bir rekabet vardı ve aynı zamanda Fransa nükleer denizaltı programına yeni başlamıştı. Bu durum, daha fazla finansal destek almamın sebebi oldu. NASA, 1962’deki ilk deneyimi inceledi ve çok yönlü matematiksel bir analiz yapacak bir ödenek sağladı.
Yeraltı konusunda bizi hem çeken hem de korkutan nedir?
Yer altı, karanlık bir alan. Işığa ihtiyacınız var. Eğer ışığınız sönerse, hayatta kalma şansınız azalır. Orta çağda, mağaralar kötü ruhların yaşadığı yerler olarak görülüyordu. Ama aynı zamanda umudun da kaynağıydı. Mineraller ve hazineler bulmak için mağaralara giriyoruz ve aynı zamanda yeni keşifler yapmanın ve maceralar yaşamanın mümkün olduğu yerlerdir.
Clamouse Mağarasında, yerin 2,970 adım altında kaz ciğeri ve şampanyayla yeni milenyumu karşılayabilirdiniz ama üç buçuk gün geç kaldınız. Altmışıncı doğum gününüzü kaçırdınız. Yeraltına tekrar gitmek için hemen hemen otuz yıl neden beklediniz?
1972’de Midnight Mağarasından çıktığımda, 100,000 Amerikan doları borcum bulunuyordu. Deneylerimi Fransa’dan Teksas’a taşımak maliyetini çok daha düşük hesaplamıştım ve bu nedenle kronobiyoloji alanından ayrılmak zorunda kaldım. Deneydeki verilerimin çoğu henüz matematiksel olarak analiz edilmemişti. 1999’da Fransa’nın güneyindeki bir mağaraya dönmeye karar verdim. Orada iki ay kaldım ve yaşlanmanın sirkadiyen döngü üzerindeki etkilerini inceledim. Yetmiş yedi yaşında uzaya giden John Glenn’nin izinden gidiyordum.
Anladığım kadarıyla “insan hapsi ve kronobiyoloji deneyleri için kalıcı bir yeraltı istasyonu” üzerine çalıştığınızı anlıyorum. Başka neler üzerine çalışıyorsunuz?
Mağaralardaki deneyler sona erdi. Artık daha fazla bu tür deneyler yapamazsınız. İlk başta çok gençtim ve risk aldım. Şimdi araştırmacılar üzerinde sınırlamalar var. Etik kurallar mevcut. Örneğin, 1964’te benden sonra yeraltına inen ikinci kişinin başına bir mikrofon takıldı. Bir gün bu kişi otuz üç saat uyudu ve hayatta olup olmadığını tespit edemedik. İlk defa bu kadar uzun süre uyuyan biriyle karşılaştık. Mağaraya inip ne olacağını öğrenmek istedim. İki dakika sonra, nabız seviyesini bize bildirdi. Oysa bugünün doktorları, onu uyandırmak zorunda kalacaklardı çünkü bu çok riskli olurdu.
Kırk sekiz saatlik döngüyü yakalayabilmek konusunda başarılı olabildiniz mi?
Evet. 1972’de Teksas’taki deneyde, düzenli olmasa da kırk sekiz saatlik döngüde iki periyot yakaladım. Otuz altı saat süren sürekli uyanıklığı, on iki saatlik bir uyku dönemi takip etti. Yirmi dört saat süren günler ile bu tür uzun günler arasındaki farkı anlamakta zorlanıyordum. Mağaradayken tuttuğum günlüğü döngülere bakarak inceledim fakat o günleri farklı algıladığıma dair hiçbir kanıt bulamadım. Bazen iki saat, bazen on sekiz saat uyuyordum ve aradaki farkı anlayamıyordum. Bu hepimizin takdir edebileceği bir deneyim. Zamanın ne olduğu, saat kaç olduğu gibi sorular hala yanıtlanmamış durumda.
– Röportaj, ilk olarak Cabinet Magazine dergisinin 30. sayısında yayımlanmıştır.
– Michel Siffre’in Beyond Time (McGraw-Hill, 1964) ve Découvertes dans les grottes mayas (Arthaud, 1993) gibi çeşitli kitapları bulunmaktadır.
– Joshua Foer, bellek bilimi üzerine çalışmaktadır.
Kaynak: Timetürk
Ekmeğinizi Taze Tutmanın Pratik Yöntemleri