35,2309$% -0.01
36,7713€% -0.04
44,5172£% 0.25
2.968,40%0,02
2.620,55%-0,08
9.724,50%-0,42
Bir trenin cam kenarına yaslanıp dışarıdaki manzaraya daldığınızı hayal edin. Ağaçlar hızla geride kalırken, düşünceleriniz bir o kadar ileriye gidiyor. Tren rayları üzerinde yankılanan metalik tıkırtılar eşliğinde, insanlık tarihini şekillendiren dahiler ve onların sıra dışı hayatlarını düşünüyorsunuz. Şimdi, o anda kalın. Hiç düşündünüz mü, meczupluk ve dahilik birbirinden ne kadar uzak? Ya da, acaba bu iki kavram birbirine ne kadar yakın? Bu sorunun cevabını aramak için edebiyat dünyasına göz atabiliriz.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanı, Ortadoğu edebiyat tarihinin Claude Monet’idir. Bu roman, modernite konusunda fevkalâde bir örnek sunarak, okuyucuları sıradan hayatın ötesine taşır. Romanın kahramanı Hayri İrdal ve onun çevresindeki karakterler, sıradanlık ile sıra dışılık arasındaki çizgide usul usul hicivlerle gidip gelir. Fakat özellikle biri var ki, meczupluk ve dahilik arasındaki o ince sınırı adeta bir cambaz gibi aşıp geçiyor: Seyit Lütfullah.
Seyit Lütfullah, romanda akıllara durgunluk veren tavırları ve komik diyaloglarıyla ön plandadır. Ancak bu duruşun ardında zekice bir derinlik gizlidir. O, bazen bir bilge kadar ağırbaşlı, bazen de bir çocuk kadar hafif ve eğlencelidir. Söylediği sözler ya kahkahalara boğar ya da düşündürür. Bir keresinde bozuk bir saat hakkında şöyle der: “Bu saat durmuyor; yalnızca ne zaman duracağını kendisi seçiyor.” İlk başta komik gibi görünse de, aslında bu sözde, zaman ve insan ilişkisi üzerine yapılmış zekice bir eleştiri saklıdır.
Lütfullah’ın mizahi kişiliği, onun meczupluk olarak görülen tarafını öne çıkarır. Ancak derinlemesine baktığınızda, bu meczupluk zannettiğiniz şeyin ardında oldukça keskin ve incelikli bir algı yattığı anlaşılır. O, saatleri tamir ederken, aslında zamanın işleyişini sorgular. “Saatler çalışsın diye biz kendimizi durduruyoruz,” dediğinde, bu yalnızca bir mecaz değildir; hayatın kısıtlayıcı düzenine karşı bir eleştiridir.
Roman boyunca Seyit Lütfullah, diğer karakterlere göre hep kendine has bir konumdadır. Bu farklılık, onun anlaşılmayan yönlerinden kaynaklanır. Zira o, toplumun genel geçer kurallarını hafife alır ve onlarla oyun oynar. Saat tamirciliğinde geliştirdiği özgün yöntemler, başta herkesin dalga geçtiği fikirler olarak algılanır. Ama sonuçlar, onun dehasını ortaya koyar. Saatler çalışmaya başlar, üstelik eskisinden daha iyi bir şekilde. Lütfullah’ın bu yönü, Tanpınar’ın toplumsal normlara getirdiği eleştirinin de bir parçasıdır. Çünkü toplum, farklı olanı anlamak yerine yargılamayı tercih eder. Oysa Lütfullah gibi karakterler, aslında o toplumun aynasıdır. Onun söylediği her tuhaf söz, aslında sıradanlığın aynasına bakmamızı sağlar.
Bir sahnede Lütfullah, enstitünün toplantılarından birinde, “Zamanı ölçmek için saate ihtiyacımız varsa, biz çoktan kaybetmişizdir,” der. Bu sözler, romandaki diğer karakterleri güldürür. Ama bu, kahkahanın ardında gizlenen hakikatlerden biridir. İnsanların zamana olan bağımlılığına, adeta ince bir tokat gibidir bu söylem. Tanpınar’ın metodolojik yöntemle ilmik ilmik nakş ettiği bu karakter, meczupluk ve dahilik kavramlarının bir insanda nasıl harmanlanabileceğini muazzam bir şekilde gösteriyor. Çünkü Lütfullah, yalnızca bir meczuptan ibaret değildir. O, sürekli kulağının arkası kaşınacak derecede insanın ve mânânın içindeki mahiyeti görebilen bir zihin, toplumun görmekten kaçındığı bağlantıları kurabilen farklı algılı bir zekâdır.
Lütfullah’ın saatlere olan yaklaşımı, aslında hayata olan yaklaşımını yansıtır. O, zamanı ciddiye almaz; çünkü zamanın insanların üzerindeki baskısını fark etmiştir. “Bir saat bozuldu diye dünya dönmeyi bırakmaz,” dediğinde, bu yalnızca bir espri değildir. Bu, hayatın akışını olduğu gibi kabul etmek gerektiğine dair bir mesajdır. Belki çevremizde de Seyit Lütfullah gibi insanlar vardır. Onların söyledikleri garip ve bilhassa anlamsız gelebilir. Ancak bu kişiler, çoğu zaman toplumun fark etmediği bir gerçeği dile getirir. Onları anlamaya çalışmak yerine genelde gülüp geçeriz. Oysa Lütfullah’ın hikâyesi, bize bir ders verir: Meczupluk olarak gördüğümüz şey, bazen sadece cesaretin bir dışavurumudur.
Bu noktada, meczupluk ve dahilik arasındaki farkın yalnızca algılarımızdan ibaret olduğunu fark etmemiz gerekir. Tarih boyunca sıra dışı düşünen insanlar, genellikle ya dışlanmış ya da yanlış anlaşılmıştır. Ancak bu insanlar, dünya için yeni açılımlar aralayan fikirlerin de sahipleridir. Belki de bir gün, geleneksel düşünceye uymadığınız için eleştirildiniz. Ya da yalnızca anlaşılmama korkusuyla fikirlerinizi ifade etmekten kaçındınız. Ama şunu unutmayın: Büyük fikirler, onları hayata geçirebilecek cesarete sahip olanlarla büyür.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Lütfullah gibi karakterleri, meczupluk ve dahilik arasındaki bu ince çizgiyi anlamamız için bize yol haritası verir. Belki de önemli olan, o ince çizgiyi aşıp aşamayacağımıza karar vermektir. Bu yüzden size bir soru bırakıyorum: Bir meczubu anlamak için ne kadar dahi olmaya hazırsınız? Unutmayın, bugün delilik olarak görülen fikirlerin yarının kurtuluşu olabileceği gerçeği, Seyit Lütfullah’ın bize miras bıraktığı sıradanlığın aynasında gizlidir. Kendi içinizdeki meczupla tanışın. Çünkü meczupluk ile dahilik arasındaki tek fark, zamanın ve sabrın neyi göstereceğidir.
Ayhan Ağgedik’in Kayıp Dosyası ve Cinayet İddiası