38,4259$% 0.21
43,6457€% -0.41
51,1336£% -0.28
4.100,27%-0,70
3.323,63%-0,78
9.490,90%1,92
Prof. Dr. Mehmet Samsakçı – Dr. Behicuddin Şehapi
İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren, tam bir yıldır yürütmekte olduğu Filistin’deki acımasız katliamlar, yalnızca İslâm âleminin değil, merhamet ve vicdan sahibi tüm insanlığın yüreğini parçalayan bir gerçekliktir. II. Dünya Savaşı’ndan önce başlayan saldırılar, savaşın ardından ise gayr-i meşru iddialar ve yöntemlerle Orta Doğu’da kurulan bu ülke, kuruluşundan bu yana sadece bölgeye değil, tüm dünyaya zarar veren bir ur gibi huzur ve barışı tehdit etmiştir. Aradan geçen yıllar boyunca sayısız katliam ve acıya yol açan bu ülke, günümüzde de en büyük vahşetlerini sergilemeye devam etmektedir.
Dinî, insânî, siyasî ve hukukî hiçbir meşruiyeti olmaksızın, mazlum Filistin halkına yönelik zulümlerine devam eden İsrail, ne yazık ki dünya siyasetini yöneten güçlerce desteklenmekte ve korunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere, hukukun ve adaletin yanında olan bazı ülkelerin protesto ve lanetlerine rağmen, bu acımasız saldırganlığa son verecek küresel bir irade henüz ortaya çıkmamıştır. Temennimiz, bu katliamların bir an önce son bulması ve akan masum kanların durmasıdır; yerlerinden, yurtlarından edilen, “ocağı başına yıkılan” Müslümanların, hak ettikleri onurlu hayatlarına acilen dönmeleridir.
Evveliyatı çok daha eskiye dayanan, ancak 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren Batılı müttefikleri ve şer ortaklarının destekleriyle Filistin toprakları üzerindeki zulüm ve tahakkümü artan İsrail’in yıllardır süregelen hamleleri, duyarlı ve vicdan sahibi İslâm âlemini derinden yaralamıştır. Aşağıda tercümesini sunduğumuz makale, işte bu şuur ve merhamet sahibi bir kalemin feryatlarını içermektedir. Makale, bizzat tercümanı Kalkandelen Medresesi Müderrislerinden ve aynı şehirde bulunan Köprü Camii imamı olan Hâfız Süleyman Şehabi’nin verdiği bilgiye göre, Kahire’de neşredilen, kendisinin de zaman zaman makaleler yayımladığı el-Fetih gazetesinin 16 Cemaziye’l-Evvel 1357 [14 Temmuz 1938] tarihli nüshasında, Mısır Darülfünunu (el-Ezher) Hukuk Fakültesi’nden Azize Abbas Asfour isimli yazar tarafından kaleme alınmıştır.
Makaledeki ifadelerden, İslâmiyet ve Müslümanların durumu hakkında derin bir hassasiyete sahip olduğu anlaşılan Asfour, henüz 1938’de, yani II. Dünya Savaşı’nın ve İsrail devletinin kuruluşundan kısa bir süre önce, aşağıda Süleyman Fehmi (mahlası) Efendi’nin tercümesiyle sunacağımız makalede, İsrail’in vahşî ve hukuk tanımaz tutumunu lanetlerken, bir yandan da Müslümanların tepkisizliklerine dair sert ifadeler kullanmakta, bu sessizliğin Allah’ın rızasına uygun olmadığını, Hazret-i Resulullah’ın ruhunu incittiğini belirtmektedir.
Aşağıda kısa biyografisini vereceğimiz Hâfız Süleyman Efendi, el-Fetih’teki neşrinden 9 gün sonra, makaleyi oldukça akıcı bir dille Türkçeye çevirmiştir. Muhtemeldir ki gazete, posta yoluyla o zamanlar Yugoslavya şehirlerinden birisi olan Kalkandelen’e (Tetovo) ulaşmış ve merhum Süleyman Efendi hemen kaleme sarılmıştır. Bu makalenin, söz konusu dönemde yayımlanan Türkçe mecmualardan birisinde çıktığına dair -şimdilik- bir bilgimiz yoktur. Tercümeye, merhumdan ailesine kalan evrak arasında Arap harfleriyle oldukça okunaklı bir şekilde kaleme alınan sayfalarda rastlanmıştır.
Bu makalenin yayımlanması dolayısıyla müellif Azize Abbas Asfour ve Hâfız Süleyman Efendi’nin ruhlarına rahmet diliyor, Filistin ve çevresindeki Siyonist vahşetin bir an evvel sona ermesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.
Osmanlı’nın son dönemleriyle yıkılış yıllarında yetişen Kalkandelen ulemâsının önde gelen isimlerinden Hâfız Süleyman Efendi Şehabeddin, 1894 yılında Kalkandelen’in tanınmış silah ustası Şehabeddin Bin Mustafa’nın en küçük oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Genç yaşlarda dinî eğitime yönelmiş, dönemin önemli din adamları Ahmet Efendi Graçalı, Hafız Selim Efendi Rekalı, Hasan Efendi Çaylalı, Kalkandelenli Hafız Kâmil Efendi Reka ve Hafız Cemil Efendi gibi hocalardan ders alarak medrese tahsilini tamamlamıştır. On beş yaşında, Hâfız Ziyaeddin Efendi’den Kur’an’ı ezberlemeye başlamış ve bir buçuk yıl içinde hafızlığını tamamlayarak aynı hocasından ilm-i kıraat ve tecvid dersleri almıştır.
On sekiz yaşında, Hocaları Hâfız Kâmil Efendi ve Ahmet Graçalı Efendi ile birlikte Mehmet Paşa Derala komutasındaki askeri birliğe gönüllü olarak katılmış, Balkan Harbi’nde Kaçanik’te savaşmıştır. 1912 yılında Osmanlıların bu topraklardan çekilmesinden bir-iki yıl sonra İstanbul’a gitmiş ve gönüllü olarak askerlik yaparak yaklaşık üç yıl süreyle Tabur İmamlığı görevini üstlenmiştir. Bu süreçte dinî ilimlerini geliştirmiş, askerlikten ayrıldıktan sonra İstanbul’da çeşitli ulemâ ve devlet erkânıyla görüşerek dönemin meselelerine vakıf olmaya başlamıştır.
Hilafetin ilgasından sonra İstanbul’u terk ederek memleketi Kalkandelen’e dönmüş ve 1925 yılında Yukarı Çarşı Köprü Camii imamı olarak göreve başlamıştır. Merhumun üç kardeşinden biri, daha önce Kumarnova Savaşı’nda şehit olmuş, diğer ikisi İstanbul’dan Tekirdağ’a yerleşip orada yaşamaya başlamıştır. İmamlık görevine başladıktan sonra hayatında yeni bir sayfa açan Süleyman Efendi, Köprü Camii Medresesi’ni ihya etmiş ve medresenin başmüderrisi olmuştur.
Kalkandelenli tanınmış müderrislerden Bedaet Efendi, Hâfız Hüseyin Efendi ve diğer hocalar, bu medresede Osmanlı usulü dinî eğitim vermiş ve o topraklarda dine hizmet eden değerli mezunlar yetişmiştir. Çok güzel Kur’an okuyan Hafız Süleyman Efendi, dinî meseleler üzerine yazılar kaleme almış ve dönemdeki mecmualarda yayımlamaya başlamıştır; ayrıca Osmanlı’dan intikal eden akide ve şeriat sisteminin muhafızlarından biri olmuştur.
O dönemde Belgrad’da bulunan Reisü’l-ulemâ Cemaleddin Çauşeviç başkanlığındaki Ulemâ Meclisi’nin farklı toplantılarına davet edilmiş ve Krallık Yugoslavyası’nda “Kalkandelen’in Şer’i Hâkimi” ya da “Kadısı” unvanı verilmiştir. Resmî olarak birkaç dönem şer’î hâkimlik yaparken, başmüderris olarak medresede görev almış ve başta Sarayevo olmak üzere Eski Yugoslavya’nın belli merkezî şehirlerinde, kendisiyle hemfikir olan ulemâ sınıfıyla irtibatlarını sürdürmüştür. Ayrıca son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile de gıyaben tanışıp İslam meseleleri üzerine mektuplaşmaya devam etmiştir.
Farklı ülkelerde, özellikle Kahire ve Selanik gibi şehirlerde yayımlanan dergilere abone olmuş ve burada makaleleri yayımlanmıştır. (Selanik’teki Yarın, Kahire’deki el-Fetih gazeteleri bunlardandır.) Ayrıca o dönemde Yugoslavya’da yayımlanan Sada-yı Millet, En-Nur ve diğer gazete ve mecmualarla da ilgisini kesmemiştir.
Krallık Yugoslavyası’nın parçalanmasından sonra, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kalkandelen’in Arnavutluk sınırları içine dâhil olmasının ardından Tiran Baş Müftüsü Behcet Efendi Şapati tarafından tekrar Şer’î Hâkimliğine tayin edilmiş ve bu dönemde bir ara Kalkandelen Müftüsü de olmuştur. Hafız Süleyman Efendi, Osmanlı usulü tedrisatın ve kadılığın devam etmesi hususunda büyük bir kararlılık göstermiş ve vatanın tanrıtanımaz şer güçlerin ellerine düşmemesi için sözde “ilerici” bir grup tarafından -ki bunlar arasında komünizm ideolojisinden beslenen kişiler de vardır- büyük iftiralara ve desiselere maruz kalmış, başkent Tiran’a şikâyet edilmiş ve sürgün edilmesi için teklif verilmiştir. Ancak Hafız Süleyman Efendi’nin feraseti, cesareti ve davasındaki kararlılığı, onu Tiran’da aklamış ve bizzat Tiran’da Arnavutluk’un Başvekili Mustafa Kruya’ya yazdığı mektup ve yaptığı görüşmeden sonra kendini aklayıp memleketi Kalkandelen’e dönmüştür. Orada mücadelesine yoğun bir şekilde devam etmiştir.
Nezaketi, giyim kuşamı, disiplini ve âdâbı ile ün kazanmış olan Hafız Süleyman Efendi, tarihe zarif ve davasında taviz vermeyen bir şahsiyet olarak geçmiştir. 1945 yılında Komünizmin Yugoslavya’da hâkim olmasının ardından “Komünizm düşmanı” olarak hakkında tutuklama emri çıkarılması üzerine Kalkandelen’i terk etmek zorunda kalmış ve Prizren’e sığınmıştır. Prizren’de hemfikirlerinin ve vatanseverlerin himayesinde iki yıl kalmış, burada Mehmet Paşa Camii Medresesi’ni canlandırmış ve talebeler yetiştirmiştir. Ancak burada da mevcut idare tarafından yakın takibe alınması nedeniyle 1947 yılında Üsküp’e gelmiş ve Üsküp ulemâsıyla istişare ederek Sarayevo’ya gitmiştir.
Sarayevo’da oranın ulemâsıyla hukuken bir ilişki kurarak, Sarayevo eşrafından Hacı Muyaga Merhemiç’in evinde iki yıl kalarak çalışmalarına devam etmiştir. Feyzullah Efendi Hacibayriç, Kamil Efendi Silayciç ve Mustafa Efendi Sahaçiç gibi o dönemin Saraybosna ulemâsı ile sohbetler düzenlemiş, talebeler yetiştirmiş ve Arapça’dan ve Farsça’dan eserler çevirmeye başlamıştır. Ancak maalesef 1949 yılının ilkbaharında, Sosyalist Yugoslavya bünyesindeki Makedon gizli polisinin takibiyle Sarayevo’da tutuklanarak Üsküp’e, oradan da Kalkandelen’e getirilip hapse atılmıştır. Hiçbir suçu olmaksızın iddianamesi hazırlanırken, sekiz ay süreyle o zaman Üsküp Kalesi’nde bulunan Ceza Hapishanesi’nde tutulmuş ve işkencelere maruz kalarak çok zor şartlarda 1950 yılında vefat etmiştir.
Hâfız Süleyman Efendi, çocukluk ve gençlik dönemini, mücadelesini ve davasını anlatan “Tarihçe-i Hayatım” veya “Yâd-ı Mazi” adlı yetmiş sayfalık yazma bir hâtıra, muhtelif yazılar ve matbu makaleler bırakmıştır. Ardında Kalkandelen’de beş çocuk – ki bunların en büyüğü Kalkandelen’in tanınmış imamlarından merhum Hafız Tâcuddin Efendi’dir- bırakmış olan Hâfız Süleyman Efendi’nin mezarının nerede olduğu bilinmemektedir.
23 Temmuz 1938
Kahire’de yayımlanan el-Fetih mecelle-i İslâmiye’sinin 16 Cemaziye’l-Evveli 1357 tarihli nüshasının başmakalesinin tercümesidir. Makalede Mısır Darülfünunu Hukuk “Külliyesi”nde Azize Asfour Hanım’ın Mütercimi: Yugoslavya Tetovo’da Köprü Camii imamı ve Köprü Medresesi müderrislerinden Süleyman Fehmi
“Filistin Yanmakta Müslümanlar ise Cansız”
Evlerini tahrip eden, insanlarını katleden, kadınlarının karınlarını yararak, çocuklarını acımasızca öldüren, kardeş Filistin’in çehresini değiştiren ateşler; tayyarelerinin gürültülü sesi altında, bir günah ya da cürüm işlemedikleri halde, belki de Beytullahü’l-Harem’i müdafaa ettiklerinden ve oradaki hayatlarını korumak için “Allahu Ekber” nidalarını haykırdıkları için, o kahraman şehitlerin katledilmesine ve o yiğitlerin boyunlarının kırılmasına sebep olmaktadır. Filistin mücahitlerine yağmur gibi yağan kurşunlar ve bombaların korkunç sesi, insanlığın vicdanını yaralayan, bedenleri ürperten, kalpleri parçalayan bir acı olarak yankılanmaktadır.
Vallahi ben bilmiyorum ki, bu yapılan şeyler gözler önünde gözükürken, bu günden sonra yine nasıl medenî bir toplum olduklarını iddia edebileceklerdir. Bu Şark İslâm’ı, yaptıklarını onlara karşı tescil edecek ve tarih, geçmişten gelen bu aciz durumu asla unutmayacaktır.
Alev alev yanmakta olan bu ateşler, o zavallıların meskenlerinde intikam almak ve onları yok etmek için, İngiliz memurlarının türlü türlü, vahşice işkenceleriyle tazip edilmekte olanların acı iniltileriyle dolup taşmaktadır. Vallahi, ben bilmiyorum ki, bu yaptıkları şeyler gözler önünde açıkça iken, bu günden sonra yine nasıl medenî bir toplum olduklarını iddia edebileceklerdir.
Ey Müslümanlar! Filistin’in durumu öyle bir hâle gelmiştir ki, kalpler kan döker, ödler kopar, gönüller paralanır, ruhlar parçalanır. Şehit Filistin’in hâlinden daha kötü bir durum var mı? Filistin’in başına gelmiş olan bu facia, başka bir memleketin başına gelmiş midir? İngilizler ve Yahudiler, ona ne yaptığını işittiniz mi? Gazeteler, o kurbanların ve Filistin’deki yıkımların haberlerini size iletmedi mi?
Ey Müslümanlar! Tarih boyunca şehit Filistin’in hüzün dolu sığıntıları gibi bir hüzün verecek başka bir durum işittiniz mi? İngilizler, istediklerini itiraf ettirmek için ateşte bakır iksirler kızdırarak, kardeşlerinin tırnakları altına koymakla nasıl ikrahta bulunduklarını işittiniz mi? Biliyor musunuz ki, din kardeşlerinizin mülâkî oldukları envâ-i azap arasında yer kazınıyor; cam parçaları konulmakla çıplak adamı onun üzerine döşeyerek cisminden kan akıncaya kadar polisler dövmektedirler.
Bundan daha büyük bir belâ ve daha acısı, Filistinli kardeşinizin haber verdiği şeydir ki bir gün bir edepsiz gardiyan, fuhuş için Şeyh Muhammedü’l-Cağbetü’l-Ezherî’ye gitti. Cihad mezhebinde Allah yolunda bahadırlık göstermiş olan bu kurbanlarla yetinilmeyip, şeriat kadılarını tevkif ettiler; şerefleriyle tecavüz ettiler, emlâklerini ve topraklarını müsadere etmeye kalkıştılar. Ahalinin mülklerini ve içindeki eşyayı yok etmektedirler. İslâm emvâl ve vakıflarını gasbetmekte ve dinin mensuplarını dini görevlerinden uzaklaştırmaktadırlar. “Allahu Ekber” kelimesini ve onun devam zikrini bu mukaddes nağmelerde tekrar edilmesini muhafaza eden, kelimetullahı ilân ve şeriat-ı müslimîne nusret uğrunda canlarını feda eden bu keder dolu kişiler, daha fazla haksızlıkla karşılaşmaktadırlar.
Ey Müslümanlar! Zihinlerinizden kaybolduğu gibi, Mescid-i Aksâ yalnızca Filistin halkı için değildir. Etrafınızdaki tüm Müslüman ve Müslümanlar içindir. Ve ecdadınız, yeryüzünde bulunsaydı ve bu kardeşlerin başına gelenleri görseydi, kesinlikle saflarını birleştirirlerdi. Onlar o zümreden olurlardı ki Allah, onları şöyle tarif etmiştir: “Ellezine âmenu ve hâceru ve câhedu fi sebîlillâhi bi emvâlihim ve enfusihim a’zamu dereceten ındallah ve ülâike humü’l-fâizûn. Yubeşşiruhum rabbuhum bi rahmetin minhu ve rıdvânin ve cennâtin lehum fîhâ naimun mukîm. Hâlidine fîhâ ebedâ, innallahe indehu ecrun azîm.”
Ey Müslümanlar! Vallahi sizin zihninizde İslâmiyet, geçmişte hiç bu kadar zelil olmamıştı. Vallahi, İslâm bu zamanda böyle bir hakaret görmemiştir. Bunun nedeni sizin ihmal ve tefrikalarınızdır. Ecdadınızdaki iman, şecaat ve din muhabbeti ne oldu? Bugün ise, bugün sizin için “şeref” olan, “din” olan Kitabullah, Filistin’de parçalanıyor. Dininiz, kan döken zalimlerin ayakları altında çiğneniyor. Bazıları, Seyyidü’l-Mürselîn, bazısı da Ashâb-ı Kiram’ın sesi olan mücahit kardeşlerinize itirazda bulunuyorlar. Ey Müslümanlar! Şüphesiz, Muhammed (S.A.V.), milyonlarca Müslümanın gözünde, Allah’ın onlara mal ve güç verdiğini görmekte; ama azamet ve şereflerinin sembolü olan Mescid-i Aksâ’da kardeşlerine yardım etmek için olan zaaf ve cansızlıkla muavenetsizliklerinden dolayı müteellim olmaktadır.
Bu kan, ecdadınızın damarlarında durmayıp, galeyan eder ve ebeden harareti zâil olmazdı. “nusretâ” diye edilen nidalarına “Lebbeyk” diyerek telbiyede bulunurlardı. Nebiyy-i Keriminizin bir şeyde mahzun olmaya hakkı vardır. Zira, Müslümanlardan birçok millete, Ashâb-ı Kirâm’ın fedakârlıklarından nasiplenip dine yardım ve Müslümanları müdafaa uğrunda olduğu müddetçe muharebe sesleriyle gülerek, şen ve ferahlı daldıklarını görürken, dinin “masraı” önünde sizin sükûtunuzu, buhlunuzu ve cansızlığınızı görmektedir. Evet, Resul aleyhissalavatullahu vesselâm, müteellim ve mahzun olmaya haklıdır. Zira Müslümanlardan birçok millette Ashâb-ı Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Abbas, Talha, Zübeyr, Hâlid bin Velid ve daha birçokları içindeki bir tane bile görünemiyor ki soğuyan Müslüman hamiyetlerini tahrik etsin ve öldürülen şecaat ruhunu diriltsin. Evet, O’nun müteellim ve mahzun olmaya hakkı vardır ki adedinizin çokluğuna rağmen, içinizde Ali Kerremallahu Veche gibi şerefli bir delikanlı göremiyorsunuz. O, insanlara hitaben diyordu ki: “Cihat, cennet kapılarından bir kapıdır, onu Allah has velilerine açmıştır. O, takva libasıdır. Allah’ın vermiş olduğu muhkem zırhı ve metin kalkanıdır. Ondan yüz çevirerek terk edene Allah, zillet libasını giydirir. Ona belâyı şâmil kılar, onu küçültür ve hakir kılar, kalbini körleştirir. Cihadı tazyi’ ettiği için de hakkı ketm olunur. Zillet ilzam kılınır, ona insaf edilmez olur.
Ey Müslümanlar! Bugün yüzleriniz kızarıp da bu şecaat ve bu ikdam karşısında kendinizden utanacak mısınız? Peygamberiniz hüzn ü esefinde haklı mıdır? Zira O, bu anda o erlikten hiç eser göremiyor ki O, kayserleri kahr ve cebâbireyi izlâl etti. Belki nişanını belirsiz ederek âsârını silmiştir. Siz, onlar yanında neredesiniz? Onlar mücahedelerine rağmen yine kifaf üzere yaşamakta idiler. Hâl bir dereceye kadar bâliğ olmuştu ki Resulullah Sallallahi Aleyhi Vessellem, şiddet-i …undan batn-ı şerifine taş bağladı. Siz ise bu anda hüsn-i hâl ve vüs’at-i maişettesiniz. Malınız çok, size Allah hayrı müteveffir kılmış; lâkin içinizde iş bilenleriniz az bulunuyor.
Ey Müslümanlar! Yapmış olduğunuz kusurlardan ötürü Peygamberiniz Aleyhissalâtu vesselâm “Hadislerimi nasıl zâyi ettiniz, hidayetimiz nasıl hedmettiniz?” diye sual edeceği vakitte diyeceğiniz ne olacaktır? “Hadisimi unuttunuz mu ki onda size birbirinize yardım etmeyi teşvik etmiştim.” “El-Mü’minu li’l-Mü’mini kel-bünyân yeşuddu ba’duhu ba’dâ.” Ya zihninizden bu Hadis-i Şerif kayboldu mu: “Meselü’l- mü’minine fî tevâdihim ve terâhümihim ve teâtufihim meselü’l-mescidi izeştekî minhu udvun tedâa lehu sâirü’l-cesedi bi’ş-şehri ve’l-hummâ.” Kardeşlerinizin başına gelenler ve nâzil olan facialar geldikten sonra ve onları gâsıbın bombaları ve zulmü katlettikten sonra onlar sizin bir cüz’ünüz olduğu hâlde onlara ne yaptınız? Onu unuttunuz mu ki “Men lâ yehtemmü bi emri’l-müslimîne feleyse minhüm.” Bir Müslim, diğer bir Müslüman kardeşinin sürûrunda iştirak etmeyi istedi mi ki ona, onun hüznüne iştirak etmekle âlâm ve mesâibinde muvâsatta bulunması lâzım gelir. Bu his ve şuur her bir mümin ve müminenin kalbinde temekkün etmeyecek olursa Müslümanları zelil eden, dinlerini muhatarada bırakan istismar ve düşmanlığından kurtuluşta ümit ve emel de kalmamış olur.
Ey Müslümanlar! Vallahi ben sizin işinize şaşırıyorum. Kendinize rahat, saadet ve sükûnu nasıl reva görüyorsunuz? Sizin gayrınız ise, kızgın ateşler ve işkenceler içinde kıvranıp durmaktadır. Bu hâliniz nasıl olacak? Resul aleyhissalâtu vesselâm diyordu ki: “Lâ yü’minu ehadüküm hattâ yuhibbu mâ yuhibbu li nefsih.” İster misiniz, Filistin’deki fecâyi gibi sizin de memleketinizde olsun? Şimdi Filistin’de olduğu gibi gençlerinizin boyunları bıçaklarla biçilsin; şimdi Filistin’de olduğu gibi kadın ve kızlarınızın ırzları hiç edilmesin; Filistin’de olduğu gibi emvâliniz, ziynetleriniz selb edilsin. Tabii ki kendiniz için böyle şeylere râzı değilsiniz. Ya din ve insanlıkta kardeşleriniz olanlara nasıl razı oluyorsunuz? Onlar da sizin gibi beşer değil midir? Onlarda da his ve şuurlu kalpler, zill ü hakarete razı olmayan, gayretli, aziz ruhlar yok mudur? Lâkin onların ruhları zill ü hakarete rıza gösterdiler; tek yalnız İslâmiyet zillet görmesin, Kur’an’a hakaret olunmasın, Beytullahü’l-Harem tedmir edilmesin.
Bilmiş olun ki Müslümanların geri kalması ve bugünlerdeki zaafı, ancak bazısı diğer bir bazı(sını)n işlerine ehemmiyet vermediğinden neşet etmiştir. Bu tenâfur ve tenabüz isti’mârın vuhuş-ı zâdiyesine? Av kılmış ve her yutanlara yutulması kolay ola bir lokma kılmıştır. İnsanı en ziyade rencide edecek bir şey varsa, o da Müslümanlar, Rablerinin emrinden, Peygamberlerinin tavsiye ettiği şeylerden uzaklaşmaları ve onların menâfiine Kur’an’ın tersim ettiği kavâid-i hakîmesini terk etmiş olmalarıdır. Onun eteklerine, saçaklarına tutunmuş olaydılar, bu mezbahaları ve bu dağılan âzâları görmemiş olurduk.
“El Müslimü ehu’ll-müslim lâ yüzlime ve …” “İnnemel mu’minune ihvetun – Vel mu’minune vel mu’minatu ba’duhum evliyau ba’d.” Ömer ibnü’l-Hattâb nerede? Hâl-i uzlette bulunan bu Müslümanlardan intikam almak için, bunların meskenlerinde düşmanın yakmış olduğu ateşlerin yalımını gözüyle görmüş olsun. Bir de bu evlerden bir Müslüman adam, Beyt-i Makdis’i müdafaa etmeyi kendi üzerine vâcib bilmiş de İslâm muhabbeti kokusunu almış olduğu hâlde kendisine gelecek işkence havfını atarak kendi reyini ilân edegeldikleri içindir. Ali bin Ebî Tâlib nerede? Facianın korkusundan ve havl u hayrette kalmış ve evlâtlarını tâhir ve temiz kanlarına bulanarak yere düştüklerini ve yaralarını sarmak ve onlara bulunmak şöyle dursun, din ve vatanı müdafaa uğruna hayatlarını kaybettiklerinde cenazelerini teşyi etmekten bile aralarını haylûlet edilmiş olan Müslüman kadınlarını kendi gözü ile görmüş olsun. Nerede Hâlid bin Velid? Sizin cümûdunuzu kendi gözü ile görmüş olsun. Ey Müslümanlar! Vallahi o bugün mevcut olaydı, Filistin’deki kardeşlerinizi katledenlerden evvel sizi kılıcını çekerdi de peşin sizi katlederdi. Çünkü İslâm’ı müdafaadan tehalluf edenler, İslâm’a Yehud ve İngiliz’den düşmanlığı daha ziyade şedittirler.
Ey Müslümanlar! Nasıl yemek yiyorsunuz? Hâlbuki Filistin’de kalplerini açlık koparmış, dağların karyaları arasında uyuklayanlar vardır. Nasıl elbise giyiyorsunuz? Hâlbuki Filistin kadınları, İngiliz zulüm ve adâveti ile musibet-dîde olan, onların ellerindeki nasiplerine ağlasınlar diye erlerinin ve kendilerinin mevcudunu mesârif-i harbiye nâmıyla ne varsa selb ederek ellerindeki mâ-melekleri alınmış, üryan kalmışlardır. Gözleriniz uyku dolu olarak doya doya nasıl uyuyabiliyorsunuz? Filistin’de ise evlâtlarını kaybettiklerinden gözyaşlarıyla paralanan gözler vardır. Azap ve elemden ve isabet eden musibetlerden uykusuz kalan gözler vardır. Evlâtlarınız arasında evlerinizde nasıl ferahlanıyorsunuz? Filistin evlerinde ise her evden ciğer-pârelerini, erlerini kaybederek zâlim İngilizlerin zulmünden her birinin başlarına gelmiş şeyler üzerine vâveylâ vardır.
Allah’ım, Müslümanlar değişti, kalpleri merhametli iken katılaştı. Kabalaştı, his ve şuuru bulunmayan katı taş gibi oldu. Evet, Müslümanlar şüphesiz tebeddül etmiştir. Kendilerinde mevcut olan nahvet ve hamiyet, şecaat ve Necdet zâyi olmuştur. Belki yapmış oldukları kötü işleriyle, ihmal ve tekâsülleri ile merkez-i dini izâa ederek şeref ve meziyetlerini kaybetmiş oldular. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyü’l-azîm.
Müslümanlar, evvelden düşmanları üzerine şeditler iken, şimdi kendi ihvanına karşı şedit görünmektedirler. Allah’ım, bize rahmet et; buğuz ve adâvetini bizden kaldır. Sen Rahîm ve Alîm’sin.
Ey Müslümanlar! İngilizler, yeryüzünde devletlerden en çok Müslümanlara hükmetmektedir. İşte Filistin’de kardeşlerini tezlil ederek kendilerine kölelik yaptıranlar onlardır. Kardeşlerinizin hânelerinde ateş yakan onlardır. Kardeşlerinizi katleden, kadınlarınızı esir alan onlardır. Arap İslâm Filistin’inin, Yahudilerin olmasını isteyenler onlardır. İslâm’ın nişanlarını ve en eski erkânından olan bir rüknünü, bünyânından en büyük bir binasını bombalar ve gülleleriyle hedm etmeyi isteyenler onlardır.
Ey Müslümanlar! Filistin’e ait üzerinize teveccüh edecek birçok vâcipler vardır ki, o vâcipâtı yapmayacak olursanız İslâmiyet’i öldürmüş ve Rabbinizi ve Peygamberinizi igzâb etmiş olursunuz. Ey Müslümanlar! Size teveccüh edecek birinci vacip, emvâlinizle Filistin’in yardımına koşarak, o aziz ve şerefli canlarını hayata çevirmek ve dağ başlarına sürülenleri himaye ederek, İngilizlerin adâvet ve tuğyanlarıyla tedmir edilmiş olan hâneleri bedelinde onları sığındıracak birtakım evlere döndürmektir. Beytüllâhü’l-Harâm’ı müdafaa da bahadırlık gösteren o şerefli kimselere iştirak eden kadınların avrâtlarını örtmelisiniz ki, sizi, zaafınız, kıllet-i iman ve adem-i hamiyet ve şecaatiniz onu müdafaa etmekten alıkoyan korkunuz olmuştur.
Ama Filistin’e ait, size teveccüh eden vâcipâttan ikincisi, İngiltere’de bulunan birtakım Yahudilerin çevirmiş olduğu siyasî rollerinde, İngilizler, onların arzularına tâbi olarak İslâm’lara ait mukaddes bir hakkın enkazı üzerinde onlara bir devlet kurmak istiyor ki, onun eczâsından bir cüz’üne bir şey ilişmeden evvel umumiyetle canlarınızı o uğurda ifnâ etmeniz lâzım gelir.
İşte bunun için, İngilizlerin Filistin’de her an ve her lâhzada kurmuş olduğu kanlı vak’alar üzerine, bütün dünya devletlerine protestoda bulunmaktır. Vâcibâttan üçüncüsü, Müslümanlar cemî etrâf-ı âlemde ilân etmelidirler ki, İngilizler bu siyasetinden ve irtikâp etmiş olduğu bu fezâyihten vazgeçmeyecek olurlarsa – ki onlar âlemde medeniyet sancağını hâmil olduklarını iddia ettikleri gibi – saflarınızı tevhit etmeniz lâzım gelir; kardeşleriniz için, tüm şiddetle çalışarak, bu zalimlerden intikam almalısınız. Bir da, onların eşya ve emtiasını kendinize haram etmelisiniz. Onların zalimâne siyasetlerini yeryüzünde hisseden Müslümanlar, eksik olmadığını bilmiş olsunlar.
Filistin’e ait üzerinize teveccüh eden dördüncü vâcib, ve benim itikadımda en ehemmiyetli en mukaddesi ki, İngiliz ve Yahudiler bu siyaseti terk etmeyecek olurlarsa, Filistin için bir gönüllü kapısı açılmalıdır; ilk önce de ruhumu avcuma alarak, mücâhidîn-i ebrârın şerefine, en büyük şerefe nâil olmak için Beytullahü’l-Harâm’ı müdafaa yolunda kurbanlık mezbahasında en peşin kurbanlardan biri olmak üzere bu sufûfa takaddüm edeceğim. “Ülâike ashâbü’l-cenne hâlidîne fîhâ cezâi bimâ kâbu ya’melûn.” Şânı Celîl olan Mevlâ’nın Allah yolunda mücahede edenlere vaad etmiş olduğu ecr-i azîme nâil olacağım: “Meselullezîne yunfikûne emvâlehum fî sebîlillâhi ke meseli habbetin enbetet seb’a senâbile fî kulli sunbuletin mietu habbetin, vallâhu yudâifu li men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm.” “İnnellezine âmenû vellezîne hâcerû vecâhedû fî sebîlillâhi ülâike yercûne rahmetallâh(i) vallâhu gafûrun rahîm.”
Ey Müslümanlar! Artık o uzun boylu uykunuzdan tembellik gubârından silkinmeli ve gâfil olduğunuz şeye gözlerinizi açarak uyanmalısınız. Zira İngilizler, Müslüman memleketlerini müstemleke yaparak yalancı bir hürriyet ve uğursuz bir medeniyet nâmıyla fesadı neşretmektedir. Şarap, kumar, fısk u fücur, hayâsızlık, namussuzluk ve kadın erkek ihtilâtı ve ne kadar İslâm dinine muhalif şeyler varsa orada bahasına gitmektedir. İşte tam yarım asır bunun üzerine devam ettiler. İslâmiyet ise bununla beraber yine Allah’ın kudreti ile mahfuz kaldı. Sonra düşündüler ve çok düşündüler de tâ ki şeytanları onları Yahudilere yardım etmek yolunu göstermiş oldular. Bütün milletler, bunların şerrinden bîzâr olarak istimdat etmekte bulundukları bu tâifenin eline, sizin mukaddes beytiniz ve Allah’ın beyt-i mahremi geçmiş bulunsun da işi maynalaştırdıktan sonra kendi ibadethanelerinden birine tahvil etmiş olurlar; işte o vakit ebeden sahife-i ârı kendinize yazmış olursunuz. Ve Allah’a arz olunacağınız günde de yüzlerinize zillet ve rüsvâlık çökecek.
O katı ve sıkıntılı günde size soracak ki: Kardeşlerinizin boynuna zulüm kılıcı indirilmiş olduğu bir günde “Beytullahü’l-Haram tehlikededir” diye yüksek sedalarıyla istimdat ettiklerinde ne yaptınız? Bu sedaları işitmemek için yoksa parmaklarınızı kulaklarınıza mı koydunuz? Gazeteler, kardeşlerinizin ahbârını size naklettiği ve İngilizlerle Yehud tarafından onlara kötülük ve çirkinlikler döküldüğü günde onlara ne takdim ettiniz? Sizden istediler lâkin sizin kalbiniz yumuşamadı. Göklere çıkan o iniltileri kulaklarınız işitmedi. O darmadağınık âzâları, o nezih ve tâhir kanları ve o caddeler ve sokakları dolduran şerefli çeşmeleri gözleriniz görmedi. Bugün takdim ettiğiniz şeyin cezasına nâil olacaksınız. Şüphesiz Allah’ın hesabı şedittir.
Ey Müslümanlar! Bu büyük mahşerde kendinizi bir kenarda görüyorsunuz; çünkü siz şerefinizi zay’ ettiniz. Şecaatinizi kaybetmiş, her şeyinizi hatta Peygamberinizin rızasını bile ziyan etmiş bulunuyorsunuz. Ey Müslümanlar! İki şey vardır, bunların daha bir üçüncüsü yoktur: Ya siz Müslümansınız da, sizden istemi olduğum şeyi kendiniz vereceksiniz; veyahut siz -el iyâzu billâh- bundan gayrısınız da Allah sizin işinizi görmüş olacaktır. Velâ havle velâ kuvvete illâ billah ve innâ lillâh ve innâ ileyhi râcûn.
Ama ey Filistin ahâlisi, şüphesiz, siz kendinize Filistin gibi bir yer için misli sebkat etmemiş, dehrin ebedî şerefli bir tarih yazmış olmadınız. Şüphesiz siz canlarını heba ederek, kanlarıyla İslâm’ı izâz eden Fatih’in sülâlesi olduğunuzu ispat etmiş oldunuz. Onlara cennet farz oldu. Sizin de yapmış olduğunuz şeyleri tebrik ederiz. İyi biliniz ki, nusret sizin müttefikiniz olacaktır. Allah size yardım edecektir. Müdafaanızda devam edin. Çok az kimseler, çok olan kimselere Allah’ın izni ile galebe etmiştir.
Mısır Darülfünunu Hukuk Külliyesi’nde
Azize Abbas Asfour
Aksaray’da Trafik Kazası: 1 Ölü, 1 Yaralı