35,2213$% 0.06
36,7279€% -0.15
44,2547£% -0.2
2.963,18%-0,16
2.615,22%-0,28
9.682,72%-0,43
Hizbullah’ın İsrail saldırılarına hedef olması, İran’dan İsrail’e beklenen misillemelerle birlikte bölgedeki İran destekli Şii örgütleri yeniden gündeme getirdi. Bu durum, “mezhepçilik” tartışmalarını da beraberinde getirdi. Hürriyet gazetesi yazarı Nedim Şener, Cumhuriyet gazetesi tarafından “mezhepçilik” ile suçlandığını belirtti.
Şener, herkes bir yana, Uğur Mumcu’nun öldürülmesinde “taşeron” olarak rol oynamış ve Yargıtay tarafından terör örgütü olarak onanmış Selam Tevhid/Kudüs Ordusu’nun bağlı olduğu İran’ı eleştirdiğinde, Cumhuriyet gazetesinin kendisine “mezhepçi” iftirası atmasını, 2011 yılında FETÖ’nün Taraf gazetesinde atılan “Ergenekoncu” manşetine benzetti.
İran’ın yaptığı eylemleri dile getirdiğinde kendisine “mezhepçi” iftirası atıldığını vurgulayan Şener, Cumhuriyet gazetesinin “Cumhuriyet gazetesi İrancı mı oldu?” sorusunu sorma hakkını kendisinde bulduğunu ifade etti. Bu durumu yazarken gerçekten üzüldüğünü belirtti.
Uğur Mumcu, 7 Ocak 1993 tarihinde Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde, İsrail gizli servisi Mossad ile ABD istihbarat servisi CIA arasındaki bağlantıyı ele alan “Mossad ve Barzani” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. Eşi Güldal Mumcu’nun 2013 yılında yazdığı “İçimden Geçen Zaman” kitabında belirttiğine göre, yazısından bir gün sonra, 8 Ocak 1993’te Ankara’daki İsrail Büyükelçisi kendisini davet ederek bu konuda bir sohbet gerçekleştirdi ve “Öldürülmekten korkmuyor musunuz?” diye sordu.
Bu uyarının ardından yalnızca iki hafta geçmeden, 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu, aracına yerleştirilen bir bomba ile hayatını kaybetti. 2000 yılında dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı ve Uğur Mumcu suikast dosyasını yeniden açarak, bu suikastların arkasında İran’ın Kudüs Ordusu bağlantısının bulunduğunu ve bu ordunun taşeron olarak kullanıldığını açıkladı.
Yargıtay, iki ayrı kararla Selam Tevhid Kudüs Ordusu’nu terör örgütü olarak onayladı. İran gizli servisi mensuplarıyla bağlantılı sanıkların Türkiye’deki eylemleri detaylı bir şekilde sıralandı. Güldal Mumcu’nun yazdıkları ve Yargıtay kararları bir araya getirildiğinde, İsrail Büyükelçisi’nin uyarısından sonra bu örgütün Uğur Mumcu’nun öldürülmesinde taşeron olarak rol oynadığı ortaya çıkıyor. Dava süreci firari sanıklar açısından devam ediyor.
Cumhuriyet gazetesi ise, İran’a yönelik eleştirilerimden dolayı beni “mezhepçi” ilan ediyor. “Mezhepçilik” yapacak kadar bilgim bile yokken, onların adına ben utandım doğrusu.
Ben sadece bölgemizdeki karmaşık oyunlara dikkat çekmiştim. Çünkü soykırımcı İsrail’in sapkın Siyonist ideolojisi ile Gazze ve Filistin’deki katliamlarından sonra yönünü Lübnan’a çevirmesi, İran ile karşılıklı “misilleme” oyunlarını ilginç bir hale getirdi.
İsrail’in çağrı cihazları ile Lübnan’daki Hizbullah kadrolarına yönelik “toplu suikast” operasyonu sonrası Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a yönelik suikast, birçok açıdan tartışma konusu oldu. Ben de Haber Global kanalında katıldığım programda, İran’ın 2020’de Irak’ta CIA tarafından öldürülen Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu komutanı Kasım Süleymani suikastına gösterdiği tepkileri eleştirdim. Hamas lideri Haniye’nin Tahran’da Mossad tarafından öldürülmesi de bir diğer önemli konuydu.
İran, Süleymani’nin öldürülmesinin ardından dönemin ABD Başkanı Trump’u arayarak Irak’taki ABD askeri üssüne füze atacağını ancak zarar vermeyeceğini bildirmişti. Haniye’nin öldürülmesi sonrası intikam yemini ederken, Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın ifadesiyle “Gazze’de ateşkes” sözü karşılığında bir misilleme gerçekleştirmemişti. Büyükelçiliği vurulduğunda da attığı füzelerin tamamı İsrail’in Demir Kubbe savunma sistemi tarafından imha edildi.
Nasrallah’ın öldürülmesi sonrası attığı balistik füzelerin ise etkisiz olduğu gözlemlendi.
İran destekli Hizbullah’ın Suriye’de Esad rejimi ile birlikte, birçok Sünni Müslümanı katlettiğini, Karabağ Savaşı sırasında Azerbaycan’ı değil işgalci Ermenistan’ı desteklediğini dile getirdim. Ardından, İran’ın Lübnan, Suriye, Bahreyn, Irak, Azerbaycan, Batı Afganistan ve Yemen’i kapsayan “Şii Hilali” projesine de değindim. Bu noktada, İran’ın politikalarını eleştirirken “Şiiler İslam’ın kalbinde bir hançerdir” şeklinde bilinen söze inandığımı ifade ettim.
Eleştirilerim doğrudan bir mezhebe veya onun mensuplarına değil, İran’a yönelikti. Ancak konuşmamdan bir kesit alarak beni “mezhepçi” ilan ettiler. Bu durumu sosyal medyada İran bayrağı ve Hizbullah sembolleri kullanan anonim hesaplar, Türk Hizbullahı’nın Türkiye’deki siyasi uzantısı HÜDA PAR’lılar ve Doğu Perinçek’in liderliğindeki Vatan Partililer de destekledi. Cumhuriyet gazetesi sosyal medya hesabından, uzun konuşmamdan kesilmiş bir videoyu paylaşarak “Nedim Şener’den canlı yayında mezhepçi ifadeler” başlığıyla hedef göstermeye çalıştı.
Hemen ardından, CHP eski Milletvekili Ali Özgündüz devreye girdi ve bir anda “mezhepçi” iftirasıyla beni hedef gösterdi. Cevap verdiğimde, bir kullanıcı, “Ali Özgündüz’ün Türkiye’deki 10 milyon Şii Caferi’nin lideri Selahattin Özgündüz’ün kardeşi olduğunu ve onun tek sözüyle 10 milyon kişinin sokaklara çıkacağını” yazdı. Bu duruma da “İran’ın yaptıkları veya yapmadıkları ile Türk vatandaşı Şii Caferi vatandaşlarımızın ne ilgisi olabilir?” şeklinde yanıt verdim.
CHP’den Araç Belediyesi’nde Liyakat Eleştirisi